Kayıtlar

Psikoloji ve Budapeşte

Resim
Geçtiğimiz hafta birkaç ERASMUS görüşmesi ve bazı projeler için Budapeşte’deydim. Çok verimli ve güzel geçti gerçekten. Tabi en baştan sevgili Agah'ı anmalıyım. Kendisi Eötvös Loránd University da klinik psikolojide doktora yapıyor. Maşallah çok başarılı ve yardımsever. Bizim orada ışığımız oldu var olsun. Hele tam pozitif psikolojinin öncülerinden olan Macaristanlı Mihalyi’den ve “akış teorisinden” bahsederken “flow” kafenin önünden geçmek harika bir tevafuk oldu. Budapeşte’ye daha önce gitmiştim aslında. Ama biliyorsunuz, bir şehri gerçekten hissetmek için orada biraz zaman geçirmek gerek. Kahve içmek için birkaç kafeye uğramak, sabah koşturmacasına şahit olmak, akşamları sokaklarında dolaşmak lazım. Bu sefer gerçekten böyle oldu. Çünkü şehirlerin ruhunu ancak o şekilde hissedebiliyoruz. Hızla geçip gitmekle olmuyor; “Bir iki video çekeyim, birkaç fotoğraf paylaşayım” diye düşünmek, seyahatin özüyle bağdaşmıyor. Seyahatten sıhhat bulamıyoruz; bize sadece anlık görüntüler kalıyor...

Her İmkân bir İmtihandır ve Her İmtihan bir İmkân

Resim
Geçenlerde İbrahim Kalın'dan muhteşem bir ifade duydum . "Her imkân bir imtihan; her imtihan bir imkândır." diyordu.  Ne kadar önemli bir vurgu. Hayat bazen önümüze fırsatlar serer. O anlarda dikkatli ve anlamlı bir şekilde hareket edebilirsek, içsel bir dinginlik kazanır, kalenderleşir ve etrafımıza ışık oluruz. İşte o zaman, bu imtihan, 'gelişim ve fayda' için birer imkân haline gelir. Bazen de zorluklar kapımızı çalar. Bu süreçte, duygularımızı, davranışlarımızı ve sözlerimizi dengeleyebilirsek, o zorluklar, 'iyileşme fırsatına' dönüşür. Ruhsal bir tatmin ve kişisel bir olgunlaşma yolculuğuna çıkarız. Hayat böyledir işte. Varlık da yokluk da imtihan. Her durumda sabır, teenni ve farkındalık gerekir.

Neden ille de "iyilerle" olmalı?

Hepimiz her yaşta etrafımızdan öğreniyor, şeyler hakkında çevremizi gözlemleyerek algılarımızı oluşturuyor ya da değiştiriyoruz. O nedenle de "Ben etkilenmem." deyip kötülüğe kulak kabartmamak, "Bana bir şey olmaz." deyip kötülüğün içine düşmemek lazım. Sonra çevremiz; duygularımızı, kişiliğimizi ve iyi oluşumuzu da çokça etkiliyor; değil mi? Demem o ki yakınlarımızın, arkadaşlarımızın tutum, davranış ve değerlerinden etkileniyoruz. Bu etkileşimler, kişisel düşünce ve davranışlarımızı şekillendiriyor. Kendimizi; olumlu, iyilik sever, doğru, motive edici ve sağlıklı ilişkilerle çevrelemek, kişisel gelişimimizi ve duygusal iyiliğimizi destekliyor. Anlamlı sosyal ilişkiler; olgun bir kişilik sahibi olma, stresle başa çıkma, öz güven geliştirme ve yaşamda olumlu yönde değişim sağlama konusunda büyük bir rol oynuyor.

İyi alışkanlık iyi oluştur

Resim
Alışkanlıklar ne kadar önemli oysa. Bir süre sonra insanı tanımlayan şey haline geliyorlar. Neyle çok meşgul oluyorsak ona benziyor ve bizzat o oluyoruz. Huysuz ve geçimsiz bireylerin de kanaatimce en büyük eksiği hayatlarında “güzel alışkanlıkların” olmamasıdır. Yaşlandıklarında hepten çekilmez oluyorlar. Kitap yok, spor yok, anlamlı birliktelikler ve aktiviteler yok. Halbuki bazen kısacık da olsa camiye yürümek, arkadaşlarla ya da yalnız belli rutinler tutturmak, mutfakta harika yemekler yapmak ve geçip piyanonun başında iki şarkı çalmak ne iyi geliyor. Değil mi ki güzel alışkanlıklar mutlulukla ilgilidir o zaman buyurun size kısa bir “iyi alışkanlıklar geliştirme” tablosu.

Sahip olmak mı olmak mı?

Resim
Erich Fromm’un “Sahip Olmak ya da Olmak” kitabını henüz okumadıysanız en kısa zamanda listenize alın. Fromm bu kitapta çok kadim bir tartışmayı yineler. İnsanlar, neden kendilerini sahip oldukları mal, makam ve unvanlar üzerinden tanımlar ve niye bunları fetişleştirirler? Evet aslında haksız sayılmazsınız. “Kendilerini tanımlayacak başka bir sermayeleri yok da ondan.” Yine de cevap bence biraz daha karmaşık. Bunda şüphesiz yetişme biçimlerimiz ve sosyal çevremizin büyük rolü var. Ya kapitalizm? Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir makalede, kapitalizmin bizi bitmek bilmeyen bir rekabet içinde bıraktığını yazıyordu. Bu rekabet, insanın benlik algısının değişmesine neden oluyor ve toplumsal ilişkilerimizi “ben merkezli” olacak biçimde şekillendiriyormuş. Bahsi geçen sendromlar: Kazanç Önceliği Sendromu: Sürekli kâr ve başarı arayışı teşviki. Rekabet Sendromu: Hayatı, bir tarafın kazancının diğerinin kaybı olduğu bir rekabet olarak görme eğilimi. Sahip Olma Sendromu: Kişisel mülkiyet ve maddi...

Mutluluk muhteşem bi şey...

Resim
"After life" dizisinden çok bahsedildi. İzledim. Ama tavsiye eder miyim bilmiyorum.  Eşini kaybetmiş bir gazetecinin hayata tutunma hikâyesi... Ricky Gervais çok iyi yazmış, muhteşem bir oyunculuk sergilemiş ve başarılı yönetmiş. Psikolojik açıdan analiz edilesi önemli sahne ve replikler içeriyor. Hele danışan ve terapist arasındaki ilişki var ki derslerde "Terapötik ilişki ne değildir?" sorusuna tam cevap olur sanırım. Tatlı ve basit bir anlatıya sahip. Dramatik anlamda iyi olsa da komedi unsurunun sadece galiz ifadelerle verilmeye çalışılması hikayenin sıcaklığına zarar veriyor.  İngiltere'nin yeşilliği, hayatın yavaşlığı ve insanların birbiriyle ilişkideki sınırları ve kimi zaman sınırsızlıkları başarılı bir biçimde resmedilmiş.  Özellikle bazı replikler var ki tekrar tekrar dinlenilmeye değer: "Canım yanıyor olsa da dünyada kendi ufak köşemi biraz olsun daha güzel bir yer yapabileceksem hayat yaşamaya değer.” ve bu:   "Mutluluk şahane bir şey. O ka...

Bir Mum Yak

Resim
Özgürlük Yazarları" (2007) en sevdiğim filmlerden biri. Filim gerçek bir hikayeden uyarlama. Kahramanımız görevine yeni başlamış kadın bir öğretmen. İlk sınıfında çoğunlukla çeşitli biçimlerde ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalmış öğrenciler var. Hayata dair umutları neredeyse kalmamış. Ama o bütün zorluklara göğüs geriyor. Öğrencilerin birbiriyle ve kendisiyle temas kurmasını sağlayarak onları yeniden hayata bağlıyor. Aşağıda seyredeceğiniz kesit de filmin en sevdiğim kısmı ve repliği. Öğrenciler, Anne Frank'ın günlüklerden çok etkileniyorlar. Sonra, ailesini Nazilerden saklayan Miep Gies adlı bir yazarı okuyor ve onu okula davet ediyorlar. Gies'in şu söyledikleri, "Her şeye rağmen iyilik yolunda neden mücadele etmeliyiz?" sorusunu çok güzel cevaplıyor. "Tek başıma ne yapabilirim ki!" mazeretini bir anda geçersiz kılıyor. Tam da İsmet Özel'in şiirindeki gibi yani: "Benim bu sası karanlığa zorla, zorlayarak tutuşmuş bir gül sıkıştırmak boynumun...