Salgın Hastalıklar, Kültürel Psikoloji ve Politika

Bireyler; devam eden COVID-19 tehdidine karşı yeni kültürel modeller oluşturarak farklı davranışlar geliştirmektedirler. Farkında olmadan bir tür salgın iletişimi kurgulamakta ve bazen ortak bir biçimde hayatlarında büyük çaplı değişikliklere gitmektedirler. Söz konusu kültürel karşı koyma çabaları, pandeminin küreselliği ve yaygınlığı nedeniyle çok farklı kültürlerde kimi zaman aynı şekilde ortaya çıkmış ve kültürel bir birliktelik/aynılık oluşturmuştur. Ancak aynı “benzeşim”, eşitsizliğin de benzer şekilde gün yüzüne çıkmasına neden olmuş ve ötekilerin daha fazla değersizleştirilmesine yol açmıştır. 



Yeni kültürel kodlamalar; kimi ülkelerde Çinlilik, siyahilik, İsraillilik veya Amerikalılık gibi ayrıştırmalarla azınlıkların olumsuz temsilini artırmış, mevcut düşmanlaştırma eğilimini güçlendirerek ve fakir zengin ayrımını derinleştirerek toplumsal çatışmanın büyümesine yol açmıştır. Bu nedenle kültürel psikolojinin yaklaşımlarından faydalanarak koronavirüse karşı oluşturulan değişiklikleri değerlendirmek ve böylece gelecek çalışmaların kültürel psikolojinin birikiminden daha çok faydalanmasına katkı sağlamak önem arz etmektedir. 

Yine de belirtmek gerekir ki salgın hastalıkların toplumlarda birtakım kriz ve karmaşaya sebep olması olasıdır. Fakat hem tarihsel hem de toplumsal tecrübeler hastalıkların oluşturduğu umutsuzluğu daha hızlı aşmamıza yardımcı olacaktır. İnsanlığın elinde bu salgının üstesinden gelmek için ihtiyaç duyduğu ciddi imkânlar var. Eskinin karşı konulmaz vebası ile karşı karşıya değiliz. İnsanlar ölüyor; ama bunun nedenini ve ne yapmak gerektiğini bilmiyor da değiliz. Toplumlar edindikleri deneyim ile karşılaştıkları krizin üstesinden gelme protokollerini daha hızlı harekete geçirebilmektedirler. Yeni korona-virüs sürecinde artık otoriteler ve sağlık uzmanları neyle karşı karşıya olduklarını biliyorlar. Teknolojik ve ekonomik imkânlar ve kriz yönetim biçimleri de önceki dönemlere kıyasla daha güçlü ve sorunların üstesinden gelme konusunda bize yardımcı olabileceklerdir. Ancak bu gelişmelerden nasıl faydalanacağımız konusu da aynı derecede önem taşımaktadır. Bu ise daha çok karar mercileri ve politik güçler ile ilgilidir. Yine de kriz yönetiminin en temel unsurları şeffaflık ve toplumla (krizin bütün taraflarıyla) etkili bir iletişim kurabilmektir. Saydamlık yeterli ölçüde sağlanabilirse ve teyit edilmiş bilgiler paylaşılabilirse karşılıklı güven oluşur; kaygı azalır ve vatandaşları tedirgin eden komplo teorileri yerlerini umutlu bir bekleyişe bırakabilir. Toplumun güveni kazanıldığında ve hastalığa ilişkin veriler tüm açıklığıyla paylaşıldığında insanlar daha başarılı ve barışçıl olacak; halk ve yönetim iş birliğinde kriz daha hızlı bir biçimde aşılabilecektir. 

Bunun yanında, kültürel başa çıkma yöntemleriyle birlikte sivil ve resmî kurumlar beraber hareket etmeli, planlı ve pro-aktif bir kriz yönetimi oluşturulmalıdır. Gerektiğinde dikkatli ve ciddi bir biçimde uygulanan tatbikat ya da simülasyonlar yapılmalı, bütün sürecin yönetiminde basit görülen ama profesyonelce uygulandığında ciddi başarılar kazandıran kişiler arası, siyasal, sözlü ve diğer iletişim türleri dikkatle analiz edilmelidir. Muhtemel bir infodemi (bilgi salgını) ve toplumsal depresyona mahal vermemek için dijital haber ve bilgi paylaşımı demokratik yollarla kontrol edilmeli, şeffaflık ilkesi konusunda güvence verilmeli ve medya okuryazarlığı konusunda bilgilendirme yapılmalıdır. 

Diğer taraftan, toplumu hastalıkla ilgili bilgilendirirken onların aynı zamanda diğer insanlara karşı duyarsızlaşmasını engellemek gerekir. Söz gelimi koronavirüs sürecinde yurttaşlara evde kalmayı telkin ederken aynı zamanda onlara yakınları ve diğer ihtiyaç sahiplerine karşı duyarlı olmaları konusunda da tavsiyelerde bulunabilmelidir. Karmaşa, hastalık ve afetler dayanışmayla ve hep beraber hayatta kalabileceğimiz bilgisiyle mümkündür. Kolektif bir sorumluluğun oluşması zorunludur. Küresel açlığa, yoksulluk ve çatışmalara rağmen farkındalık yeterince oluşmamıştı. Ancak COVID-19 salgınının yeniden vurguladığı bir husus var: Dünya üzerinde bir kişi dahi güvende değilse bütün insanlar tehlike altındadır; bir insan açsa bütün insanların aç kalma ihtimali vardır. Bu nedenle karantinada ve yalnız kalsak da birbirimizin kıymetini bilmeli; fiziksel olarak uzak olsak da dayanışmayı, farkındalığı, paylaşmayı arttırabilmeliyiz. Çünkü dayanışmayı seçersek geleceğimizi kurtarabiliriz fakat ayrıştırmayı seçersek daha büyük pandemiler ve ölümler söz konusu olabilecektir. 

Her kriz politik ve insani açıdan bir fırsata dönüştürülebilir. Bu nedenle dayanışma aktivitelerimiz ulusal sınırları aşmalı ve küresel sorunlar için bir “dünya vatandaşlığı” sistemini geliştirebilmeliyiz. Siyasal, sosyal ve bireysel olarak evrensel iş birliğine açık olmalıyız. Genellemelerden kaçınarak belirli grup ve toplumları suçlamamalı düşmanlığı artırmamalıyız. Böylece ötekileştirme, düşmanlaştırma, aşırı siyasallaşma ve kutuplaştırmanın doğurduğu tehlikeleri görebiliriz belki. Silah üretmeye ilaç üretmekten daha meyilli yöneticiler var. Bu da yaşatmayı değil, öldürmeyi yeğledikleri anlamına gelebilir. Ancak toplumlar, iktidarları ve evrensel güçleri çareler üretmeye zorlayabilmelidir. 

Mesela bizler uluslararası ambargoların acımasızlığını ve ölümlere yol açtığını anlatabilmeliyiz. Harari’nin dediği gibi evrensel dayanışmayla, sabah Çinli bilim insanlarının çıkardığı bir ders akşam Tahran'da hayat kurtarabilir (Harari, 2020). Bu da ancak hastalığın etkilediği tüm ülkeler arasında bilgi paylaşımı ve insani ve maddi kaynakların adil dağılımı ile mümkün olabilecektir. 

Şüphesiz bu siyasal ve kültürel tedbirlerin yanında artık bireysel yaşam biçimlerimizde de değişiklikler yapabilmeli ve farklı durumlara hazırlıklı olabilmeyi öğrenmeliyiz. Öncelikle kullandığımız kelimelere dikkat etmeliyiz; çünkü onlar kalıp yargılarımız ve psikolojik durumumuz hakkında da bilgi verirler. Yaşadığımız sadece bir hastalık hâlidir. Kullandığımız kelimeler bizi yanılgıya düşürebilir. “Savaş” olarak adlandırırsak öldürecek birilerini de aramaya başlayabiliriz. Oysa amaç, her zaman olduğu gibi, yaşatmaktır. Diğer yandan bu zor zamanların bizi psikolojik olarak ele geçirmesine izin vermemeliyiz. Elbette gündemi takip edecek politikacıları kontrol edecek ve onların üzerinde bir baskı oluşturacağız. Fakat mesela aşırı bilgilenme (information overload) ya da daha etkin ve farklı bir söyleyişle enformasyon obeziteliği (Brabazon, 2016) bizim kaygımızı artırıyorsa gerektiğinde sosyal medya ve diğer haber araçları ile aramıza mesafe koyabilmeliyiz. Psikolojik iyi oluşumuza dikkat etmeli ki direncimizi koruyabilelim. Hastalık varsa şifa da vardır. Karanlık varsa aydınlık da vardır. Ölüm varsa yaşam da vardır. Yaşadığımız kriz sona erecek ve sosyal bağlarımızı yeniden yaşatacağız. Hiçbir kriz insan doğasını köklü bir şekilde değiştiremeyecektir.

Makalenin devamını okumak için buraya bakınız. 

Yorumlar

  1. Emeğine sağlık Ekmel hocam. Allah tarafından 7/24 görüldüğümüzü biliyor olsak da, teknolojinin bu kadar kapsamlı kullanılabildiğini görünce, insan ürpermiyor değil.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Daha neler var bir bilseniz. :) "Sosyal İkilem" belegeselini tavsiye ederim.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Upuzun bir kitap ve film listesi

Pornografi Bağımlılığı ve Endüstrisi

Yeni Film: The Two Popes (İki Papa)